1.31.2014

Hazar Strateji Enstitüsü -Batı-İran Yakınlaşması HASEN’de Masaya Yatırıldı-Yılmaz Parlar


BASIN TOPLANTILARI  
Batı-İran Yakınlaşması HASEN’de Masaya Yatırıldı 
Hazar Strateji Enstitüsü “Batı ve İran Yakınlaşmasının Bölgesel Etkileri” başlıklı yuvarlak masa toplantısına ev sahipliği yaptı. Toplantıda olası bir İran - Batı yakınlaşmasının Orta Doğu ve Avrasya'daki siyasi, ekonomik ve jeopolitik güç denklemlerine etkileri tartışıldı. 
“İran’da yeni Cumhurbaşkanı Ruhani sonrası süreç uluslararası diplomasi açısından ne ifade ediyor? İran batı yakınlaşmasının bölgeye etkileri neler olacak? Türkiye bu sürecin neresinde, gelişmelere nasıl bakıyor? Müzakere ve yaptırımlar sürecinde son durum ne?” gibi sorulara cevap aranan yuvarlak masa toplantısının moderatörlüğünü HASEN Dış Politika ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi Uzmanı Mesut Hakkı Caşın üstlendi. Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esra Hatipoğlu ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Akif Okur’un konuştuğu toplantıya akademisyenler ve basın mensupları da katıldı.

Toplantıda moderatörlük yapan Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, müzakerelerde gelinen son noktayı özetleyerek İran-Batı barışının önündeki engel ve destekleri analiz etti. İsrail’in “İran ile yakınlaşmayı büyük bir hata olarak gördüğünü" hatırlatan Caşın, sürecin karşısındaki bir diğer ülkenin ise Suudi Arabistan olduğunu ifade etti. Caşın, Riyad’ın diğer Körfez ülkeleriyle 100 bin kişilik yeni bir ordu kurduğunu, bunun muhakkak son gelişmeler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti.
Toplantıda moderatörlük yapan Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, müzakerelerde gelinen son noktayı özetleyerek İran-Batı barışının önündeki engel ve destekleri analiz etti. İsrail’in “İran ile yakınlaşmak büyük hata” şeklinde düşündüğünü vurgulayan Caşın , Netanyahu’nun “Ruhani kuzu postuna bürünmüş kurttur.”  sözlerini hatırlattı. Sürecin karşısındaki bir diğer ülkenin ise Suudi Arabistan olduğunu ifade eden Caşın, Riyad’ın diğer Körfez ülkeleriyle 100 bin kişilik yeni bir ordu kurduğunu, bunun muhakkak son gelişmeler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti. 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ziyaretini de değerlendiren Caşin, varılan 30 milyar dolarlık ticaret hacmi anlaşmasının önemli olduğunu kaydetti. İran’ın büyük doğalgaz ve petrol rezervleri barındırdığını hatırlatan Caşın, “Şahdeniz 2 gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak TANAP projesinde İran gazının da yeni bir akımla bağlanmasında pozitivist görüşler var. Bu gerçekleşirse belki de İran, Hazar’ın statüsü konusundaki sorunlar da ortadan kalkacak ve Türkmen gazının da TANAP’a bağlanması söz konusu olabilecek. “ dedi.
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esra Hatipoğlu konuşmasına dünya kamuoyunun cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gerçekleştiği Haziran ayından bu yana bu ülkeye odaklandığını ifade etti.  Ruhani’nin  reformcu kimliğinin ön plana çıkarıldığını hatırlatan Hatipoğlu “Eylül ayında gerçekleşen BM zirvesine katılan Ruhani burada olumlu mesajlar verdi. Obama ile yapılan telefon görüşmesi de önemliydi. Bu gelişmelerin ardından  Cenevre anlaşması sürecine girildi. Batının İran ile anlaşması üzerinden bir gündem okuması yapıyoruz. Ancak AB ve ABD’nin konuya yaklaşımları farklı. ABD ile ilişkiler 1979 Devrimi ve rehine kriziyle kesildi. Bugün gelinen nokta bu algıları değiştirebilecek olması açısından umut vaat edici. “ dedi.
Prof. Dr. Hatipoğlu bu süreçten en çok Suudi Arabistan ile İsrail’in rahatsız olduğunu söyledi. Hatipoğlu, “Her iki ülkede de kendi değerinin azalacağı yönünde şüphe var. İran’ı zamana oynamakla suçluyorlar. Suudi Arabistan İran’ı mezhepsel olarak “öteki”  olarak görüyor. “ dedi.
Zira Cenevre, nükleer programa odaklı gözüküyor ama Suriye gibi masadaki konular başarıyı etkileyecek. Öte yandan ABD’nin İran ile yakınlaşması, dikkatinin Ortadoğu’dan Orta Asya’ya yöneltmesi sonucunu doğurabilir. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri açısından İran’ın petrol fiyatlarını aşağı çekebilecek bir aktör olması kaygısı var. İran ise bunlar karşısında ABD ve İsrail için şer ekseni söylemini sürdürüp, İsrail ve Suudilere karşı belli örgütleri destekliyor. “ dedi
Genel konjonktürün her iki tarafı da yakınlaşmaya zorladığını ifade eden Hatipoğlu, Arap Baharı’nın bu süreçte önemli olduğunu dile getirdi. Hatipoğlu, “Akabinde yaşanan bir Arap Baharı  var. Bu, Şii-Sünni ekseninde bakıldığında batıyla İran arasında önemli bir yakınlaşma unsuru oldu. ABD açısından bakıldığında ise Şii faktörünü tamamen devre dışı bırakan ABD Ortadoğu politkalarının tıkandığını gördü. Yani konjonktür her iki tarafı yakınlaşmaya zorladı.” dedi. 
 İran’ın amacının gerginliği azaltmak , ABD tehdidini ve saldırı riskini ortadan kaldırmak olduğunu ifade eden Hatipoğlu “ABD açısından İran’ın nükleer programının uluslararası denetime açılması önemli bir unsur, İsrail düşmanlığının yumuşatılması ve Hizbullahın pasifize edilmesi ise ikinci önemli nokta” dedi. 
 Anlaşmanın küresel ve bölgesel etkilerine dikkat çeken Hatipoğlu, “Bölge ülkelerinde çeşitli anlayış değişiklikleri olabilir .İran bundan sonra belki de Hazar’ın statüsü hakkında bile görüş değişikliği yapabilir. “ dedi.  Tarihte zaman zaman İranla bu tip yakınlaşmalar olduğunu ancak hiçbirinin devamının gelmediğini haıtrlatan Hatipoğlu, “Konjonktürü destekleyen önemli bir girişim ama şartların henüz oluşmasını beklemiyorum. “ dedi.
 Doç Dr. Mehmet Akif Okur ise ABD ile İran arasındaki nükleer müzakerelerin Ruhani döneminden önce,  ilk defa Mahmut Ahmedinejad görev başındayken başladığını hatırlattı. İran’ın o dönemde belirlediği şartların son anlaşmada kabul edildiğine dikkat çeken Okur, “O zaman Bush yönetimi İran’da rejim değişikliği istiyordu. Ancak Obama ile birlikte ABD’de bir dış politika ve tavır değişikliği meydana geldi. Belirleyici unsur budur.” dedi. 
ABD’nin ekonomik krizle birlikte yüzünü Asya’ya döndüğünü ve Orta Asya için yeni bir vizyon geliştirdiğini ifade eden Okur, kaya gazı devriminin ve enerji ithalinde Kanada’nın rolünün artmasının da ABD’nin Ortadoğu politikalarında etken olduğunu kaydetti. Arap Baharından sonra Ortadoğu’da İsrail’i tehdit edecek bir ordu kalmadığını ifade eden Okur, tek başına kalan İran tehtidinin de ortadan kaldırılması için Obama’nın barış arayışında olduğunu ifade etti. 
El Kaide’nin artık bölgede devlet kurma düşüncesinde olduğunu ifade eden Okur bu etkenin de iki ülkeyi ortak noktaya çektiğini kaydetti. Okur “Bu örgüt bilindiği gibi  doğrudan ABD hedeflerine saldıran bir örgüt. Irakta El kaide iki şehri ele geçirince iki ülke yardım teklif etti. Biri İran’dı diğeri ise ABD idi. Bu süreci anlamlandırıyor. “ dedi.

Okur, 1979’dan bu yana uygulanan yaptırımların İran açısından somut sonuçları olduğunu kaydetti. ABD teknolojilerinin kullanılamasının enerji sektörünü ciddi şekilde etkilediğini ifade eden Okur, “Bir çok sektöründe İran yaptırımlarla karşı karşıya.” dedi.  
Sandığa giderken ise halkın iki unsuru dikkate aldığını belirten Okur bunlardan ilkinin ekonomi ikincisinin ise sekülerleşme arzusu olduğunu kaydetti. İran’ın petrol gelirlerinin de iyi yönetilemediğini ifade eden Okur, 1979 Devriminden sonra yetişen şehirli nüfusun, sekülerleşmeyi arzuladığını, İranlı gençliğin rejimle uyumlu olmadığını kaydetti. 
Hamaney’in  2009’da gerçekleşen halk ayaklanmasından sonra içerideki bu tehtidi algıladığını belirten Okur “Türkiye’den sonra en çok etnisite İran’da birarada yaşıyor. Şiilik tabanı ayrışmanın önüne geçmişti ancak sekülerleşme bu yapıyı sarstı.Gelecek 10 yılda bu temel dinamik oldukça etkili olacak. İran ya nükleer anlaşmayı yapmayacak ve sertlik yanlısı politika içeride devam edecek ya da batıya açılacak. “ dedi.
 “Türkiye de bu süreçte İran ile ilişkilerini ve bölgedeki rolünü gözden geçirecek.” diyen ülkedeki Azeri Türklerinin varlığına dikkat çekti. Okur, “İran için Suriye neyi ifade ediyorsa Azerbaycan’ın da Türkiye için aynı olması lazım… Türkiye heyeti İran ziyareti esnasında İran’a  Azerilerin haklarına, dil eğitimlerine yönelik eleştirilerde bulunabilirdi. Ancak bu konuda yumuşak davranılıyor. Bunun sebebi ise Batıya yapılan eleştirilerde uluslararası hukuk gibi bir referans çerçevesi varken İran ile böyle bir referans çerçevesi bulunmamaktadır. Azerbaycan ilişkilerinde gerçekçi politikalar güdülmeli, örneğin Azerbaycan’ın savunma bütçesi 3.7 milyar dolarken Ermenistan’ın tüm bütçesi bu miktardan daha azdır.  “ ifadelerini kullandı. 
Batıyla nükleer meselesini çözmüş, sisteme entegre ancak  Hizbullah ve Hamas ile ilişkilerini sürdüren bir İran’ın Türkiye için çok tehlikeli ve denge değişikliği anlamına geleceği uyarısında bulunan Doç Dr. Okur,  “Sisteme girerken Hizbullah ile bağlantılarını terketmiş ve angajman arttıkça kendi içinde çeşitlenen bir İran ise Türkiye için faydalı olur. İran meselesinin gündeme gelmesi de hem Ortadoğu hem Kafkasya denkleminde Türkiye’nin en önemli kartı olacak.İran ile yaptığımız ticarete baktığımızda rakamların İran’dan yana olduğunu görüyoruz.  İki ülke ticaretinin artması İran’ın isteğine bağlı.” şeklinde konuştu.

yilmazparlar@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder