11.19.2012

BDDK-EGD BASIN TOPLANTISI-YILMAZ PARLAR




Bugün sizlerle bir araya gelmekten büyük memnuniyet duyuyorum. Ekonomi Gazetecileri Derne
ği ile beraber yapmış olduğumuz organizasyona katılımınızdan dolayı, başta dernek başkanı Sayın Celal TOPRAK olmak üzere, tüm basın mensuplarına teşekkür ederim. Hepiniz hoş geldiniz. Bildiğiniz gibi, Türkiye, Kasım ayının ilk günlerinden itibaren artık daha yeni bir Türkiye. 5 Kasım’da derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu bir kademe artırarak, yatırım yapılabilir düzeye çıkarttı. Türk ekonomisinin son yıllarda gerçekleştirdiği değişim göz önüne alındığında bu not artırımı çok önceden yapılmalıydı. Diğer önemli derecelendirme kuruluşlarının da notumuzu yatırım yapılabilir seviyeye yükselteceğini ve 18 yıl sonra gelen Türkiye’nin bu yeniden yatırım yapılabilir ülke statüsünü teyit edeceğini umut ediyorum. Ancak, diğer değerlendirme kuruluşlarının notu ne olursa olsun, Fitch’in değerlendirmesiyle kritik bir eşik aşılmıştır. Türk ekonomisinin, bundan sonra risk algısının daha da düşeceği açıktır.Gözlemler, not artırımının gerçekleştiği ülkelerde iki yıllık süreçte portföy ve doğrudan yabancı yatırımların ortalama olarak GSYH’nın yüzde 4’ü kadar arttığını göstermektedir. Bu olgunun Türkiye’de de gerçekleşmesi durumunda-ki, gerçekleşmesi için birçok sebep var, faizlerin aşağı yönlü hareket etmesi, büyümenin de yukarıya gitmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Yani, bu toplantımızı, önceki toplantılara göre farklı bir makro ekonomik ortamda yapıyoruz. Dünya ekonomisi krizle boğuşurken, Türk ekonomisinin notu yükselmiş, geleceğe ilişkin daha da iyimser bir havayı yakalamış durumdayız. Toplantımızı önceki toplantılara kıyasla farklı kılan ikinci husus da, bu hafta göreve gelişimin 100. gününü tamamlayacak olmam. Biliyorsunuz 100. gün önemli. Genel bir durum değerlendirmesi yapmanın, geleceğe ilişkin görüşleri vurgulamanın ve vizyonu sergilemenin tam zamanı. Gerçi 22 Haziran’da atandınız, aradan da 150 günden fazla zaman geçti, neyin 100. günü bu diyebilirsiniz. Takvim günü olarak 150 günü geçmiş olabilir ancak, mesai günü olarak sayarsanız, yaklaşık 100 gün. Tabii, bu 100. gün vurgusu bir espri.
Ancak, çok aç
ıktır ki, Türkiye’nin yeniden yatırım yapılabilir ülke statüsüne kavuşması, hepimize farklı sorumluluklar ve görevler yüklüyor. Bu toplantıda, BDDK olarak bizim bu sorumluluklarımızı ve görevlerimizi nasıl algıladığımızı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bugünü nasıl değerlendirdiğimizi ve geleceğe ilişkin neler düşündüğümüzü de aktaracağım.Ayrıca, geçtiğimiz 150 gün içinde (yani her ne kadar 100 gün diyorsak da aslında biz sadece mesai gününde çalışmadık) yaptığımız düzenlemelerin ve aldığımız kararların vizyonumuz bağlamında ne anlama geldiğini, Türk bankacılık sektörünü ve Türk ekonomisini nasıl etkilediğini de vurgulamaya çalışacağım. Değerli Basın Mensupları,Biliyorsunuz, ülkemizin kredi notunun yükseltilmesinde en önemli unsurlardan biri de “güçlü bankacılık sektörü”dür. Türk bankacılık sektörü, ABD ve Avrupa’da hala etkisini yoğun bir şekilde hissettiren krizde, son derece ciddi bir testten geçmiş ve bu sınavı başarıyla vermiştir. Sektörün düzenlenmesi ve denetlenmesinden sorumlu kurumun Başkanı olarak bundan büyük kıvanç duyuyorum.Sektörün krizi başarıyla atlatmasında özelde Kurumumuz, genelde tüm ekonomi yönetiminin geliştirdiği refleks ve doğru politikalar büyük rol oynamıştır. Ancak bunlar ne kadar büyük rol oynadıysa, sektörün sağduyusu ve kriz tecrübesi de bir o kadar önemli rol oynamıştır.2001 y
ılında yaşadığımız krizinden sonraki süreçte, bankacılık düzenleme ve denetiminde güçlü mekanizmaların oluşturulmuş olması, ABD kaynaklı 2008 krizinde büyük yarar sağlamıştır. Bugün itibariyle, mikro düzeyde her bankanın yerinden denetimi ve uzaktan gözetimi etkin olarak yapılmaktadır. Birçok gelişmiş ülke karar almakta zorlanırken, Türkiye değişen dünyaya ve değişen koşullara çok hızlı uyum sağlayan ve esnek politikalar belirleyen bir ekonomi yönetimine sahiptir. Önceden yaşanmış krizlerden çıkarılan derslerle, yabancı ülkeler ne yapacaklarını bilemezken, olası sistemik risklere ve şoklara karşı Türkiye’de konjonktürel ve değişen beklentilere göre proaktif olarak gerekli tedbirler alınmaktadır. Sektör oyuncuları, ekonomi yönetimiyle son derece uyumlu hareket etmekte ve alınan kararları sağduyulu bir şekilde hayata geçirmektedir. Bugün, gelişmekte olan ülkelerin gündemini hala kriz yönetimi meşgul etmektedir. IMF’ye göre, bu ülkelerin krizi atlatması ve yeniden büyüme trendine girmeleri 2018 yılını bulabilecektir. IMF’nin bu tahmini, önümüzdeki dönemin risklere gebe oldu
ğunu göstermektedir. Ancak, bu risklerin Türkiye’nin gündemini gereğinden fazla ve daha yoğun bir biçimde meşgul etmesine izin vermemek gerekir. Türk bankacılık sektörü, sektör oyuncuları ve Kurumsal oyuncularıyla önümüzdeki dönemde doğabilecek herhangi bir riski göğüsleyebilecek ve üstesinden gelebilecek tecrübe, bilgi birikimi ve olgunluğa sahiptir.Krizler, bireyleri ve toplumları, kendi geçmişlerini ve geçmişte yaptıklarını gözden geçirmeye zorlar. Birey veya toplum, içine düştüğü bunalıma neyin sebep olduğunu ve onu nasıl ortadan kaldıracağını bulmaya çalışır. Ancak bu çaba, kriz veya kriz psikolojisi sürdüğü sürece genellikle pek işe yaramaz. Çünkü kriz bir travmadır ve travma etkisini sürdürürken sağlıklı düşünmek neredeyse imkansızdır. Bugün itibariyle, Avrupa ve ABD krizin ilk şokunu atlatmıştır. Bundan sonra olabilecek riskleri daha soğukkanlı biçimde ele alacaklardır. Ve kriz, ne kadar sürerse sürsün, bitecektir.Türkiye de kendisini kriz psikolojisine kapt
ırmamalıdır. Merkez Bankası’nın jargonuyla, temkinli de olsa iyimser olmalıdır. Bizim travmamız 2001 yılında yaşanmıştır ve bitmiştir. Bugün, Türk bankacılık sektörü büyük bir fırtınanın içinden sapasağlam çıkmıştır ve yoluna devam etmektedir. Gelişmiş ülkelerin iyileşmek için kullanacakları önümüzdeki süreyi, tedbiri elden bırakmaksızın, Türk finans sektörünün geleceği konusunda düşünceler geliştirmeye ayırabiliriz.Bu konuyu biraz açmak istiyorum.
Bildi
ğiniz gibi, bankacılık sektörünün riskleri birkaç başlık altında ele alınmaktadır; kredi riski, piyasa riski, türev işlemler riski, yapısal faiz oranı riski, likidite riski ve yoğunlaşma riski. En son yayınladığımız Haziran ayı finansal piyasalar raporunda da yer verdiğimiz şekliyle, kredi riskimiz, türev işlemler riskimiz ve yoğunlaşma riskimiz durağan, piyasa riskimiz ve likidite riskimiz aşağı yönlüdür. Yani bu riskler açısından, bankacılık sektörümüzün geleceğine ilişkin görünüm son derece olumludur. Risk türleri içinde tek olumsuz görünüm, yapısal faiz oranı riskidir ve bu risk yukarı yönlüdür. Bu risk kalemi, sektörün kısa vadede faize duyarlı varlık ve yükümlülükler arasındaki açığın devam edip etmediğini ölçmektedir. Yani kısa vadeli mevduatla uzun vadeli kredileri finanse edip etmediğimizi ve bunun doğurduğu riski ölçmektedir. Teknik olarak bu durum bankacılık sektörünün riskidir. Ancak riskin ortaya çıkış nedenine bakınca, bankacılık sektörünün mecburen aldığı bir risktir bu. Yani, teknik olarak bakıldığında, bankacılık sektörü sanki farklı bir seçeneği varmış da uzun vadeli kredileri kısa vadeli mevduatla fonlayarak bir risk alıyormuş gibi görünmektedir. Oysa bu risk, özünde bankacılık riski değildir.Ne demek istediğimi biraz daha açayım. Türkiye’de mevduatın ortalama vadesi çok kısadır. Her ne kadar bu mevduatın rollover kabiliyeti yüksekse de, mevduatın kaydi vadesi bir türlü uzamaz ve hemen hemen sabittir. Ve bu durum yalnızca bugüne özgü de değildir. Mevduat sahiplerinde yıllarca süren bir alışkanlıktır ve neredeyse yerleşik hale gelmiştir. İşin kredi kısmında da farklı bir alışkanlık vardır. Teorik olarak, işletmeler ya da reel sektör, orta ve uzun vadeli yatırımlarının finansmanı için sermaye piyasalarını kullanırlar. Bankalara kısa vadeli ihtiyaçları için başvururlar. Ancak bizde işletmeler her türlü kredi ihtiyaçları için genellikle bankacılık sektörünü tercih etmektedirler.
Yani, reel sektörün, makine-teçhizat yatırımları için borçlanma kağıdı ve uzun vadeli yatırımları için hisse senedi ihraç etmeleri beklenirken, bunu yapmazlar. Bu ihtiyaçları için de bankaların fonlarından yararlanmak yolunu seçerler. Ancak, reel sektörün de bu yola başvurması zorunlu bir tercihtir. Çünkü, sermaye piyasamız şirketleri destekleyecek şekilde gelişmemiştir. Bunun da temel sebebi, finansal sektörün şirketler ve piyasalarla ilgili yüksek kalitede bilgi üretememiş olmasıdır. Yani şirketlerin kredilerinin derecelendirilmesi, kurumsal bir hal alamamıştır. Finansal sistem, sermaye piyasası ve finansal aracılık yapan bankacılık ve sigortacılık sektörüyle bir bütündür. Bu sistem içinde yer alan her sektörün sağlıklı biçimde gelişmesi ve işlemesi, sistemin bütünüyle birlikte iyileştirilmesiyle mümkün görünmektedir. Türkiye’nin bankacılık sektörünün finansal krizden başarıyla çıkışından güç alarak, bu iyileştirmeyi nasıl yapacağı konusunda fikir geliştirmesinin yerinde olacağını düşünüyorum.İstanbul Finans Merkezi projesininde, finansal sistemimizin iyileştirilmesi açısından önemli bir itici güç olacağına inanıyorum.
Değerli Basın Mensupları,Göreve geldiğim 22 Haziran’dan bu yana BDDK bu vizyonla hareket etmektedir. Alınan her tedbir ve yapılan her düzenleme, bankacılık sektörünün düzenlemesi ve denetlemesinin iyileştirilmesine yönelik olduğu kadar, finansal sistemin iyileştirilmesi çabalarına da ciddi bir katkı niteliğindedir.Geçtiğimiz süre içinde atılan önemli adımlardan biri, Temmuz ayında Basel II düzenlemelerinin tamamen hayata geçirilmesidir. Basel-II gerçekte, bankalarda etkin risk yönetimini ve piyasa disiplinini geliştirmek, sermaye yeterliliği ölçümlerinin etkinliğini artırmak ve bu sayede sağlam ve etkin bir bankacılık sistemi oluşturarak finansal istikrara katkıda bulunmak amacını taşıyan bir standartlar bütünüdür. Bu standartlar geçtiğimiz yıllarda hayata geçirilmeye başlanmış ve sisteme Temmuz ayı itibariyle tam olarak geçilmiştir. Basel II’yi finansal sistemin bütünü (ve yeniden yap
ılandırılması) açısından önemli kılan, kredi riskinin, krediyi alan tarafların derecelendirme notlarına göre belirlenmesidir. Basel-II’de yer alan bazı yöntemler bağımsız derecelendirme şirketleri tarafından verilen derecelendirme notlarını kullanırken, bazı yöntemlerde de -bankacılık denetim otoritesi iznine tabi olmak üzere- bankaların kendi değerlendirmelerine dayanarak verdikleri derecelendirme notları dikkate alınmaktadır.Bankalarda risk yönetimi kültürünün daha da gelişmesinin, dolaylı olarak, bankaların müşterisi konumunda olan reel sektör firmalarını da etkileyeceği aşikardır. Basel-II ile birlikte yüksek derecelendirme notuna sahip şirketler, diğerlerine göre daha avantajlı konuma geçecektir. Bu hususun, şirketlerde kurumsal yönetişimin artması ve kayıtdışılığın azalması yönünde doğal bir teşvik mekanizması oluşturması beklenmelidir.
Şirketlerin derecelendirilmesi ve bunların ilan edilmesi, iyi rating alan şirketlerin orta ve uzun vadeli kredi ihtiyaçları için sermaya piyasalarına başvurmalarını da teşvik edici bir mekanizma işlevi görecektir. Bu da finansal sistemin bir bütün olarak daha iyiye gitmesi anlamını taşıyacaktır.
De
ğerli Basın Mensupları,Türk bankacılık sektörüne duyulan güveni ve ilgiyi göstermesi açısından göreve gelmemi müteakip yaşanan iki gelişmeyi özellikle zikretmek isterim. Bunlardan birincisi Denizbank’ın hisselerinin Rus Sberbank tarafından devralınması ve diğeri Lübnanlı Odea Bank’ın Türkiye’de faaliyet göstermesine olanak sağlanmasıdır. Rusya ve Lübnan’dan gelen bu talepler yurtdışındaki krize rağmen Türk piyasasının ne kadar güvenilir olduğunu kanıtlamıştır. Bu yabancı aktörlerin, Türk finans sistemindeki borç verilebilir fonları genişletilmesine katkı yapacağı kuşkusuzdur. Bunun yanında, ülkemize yönelik bankacılık sektöründeki her yabancı yatırım girişimine de kolaylıkla izin vermediğimizi, başvuruları titizlikle incelediğimizi, Adabank örneği göstermektedir.Finansal sektörümüzün yaşadığı canlılık, sadece yurt dışı talepleriyle sınırlı kalmamakta, yurt içinden de karşılık bulmaya devam etmektedir. Bu çerçevede geçen süreçte 5 adet banka dışı mali kuruluşa kuruluş izni, 4 adet kuruluşa faaliyet izni, 22 adet kuruluşa ise gayri menkul değerleme yetkisi verilmiştir. De
ğerli Basın Mensupları, BDDK özelde bankacılık sektörü ve genelde finansal sektör açısından çok önemli bir işlev görmektedir. Kurumumuz önümüzdeki dönemde bir yandan bankacılık sektörünün daha verimli ve sağlıklı işlemesi için gerekli regülasyonları yaparken, bir yandan da bu regülasyonlar yoluyla finansal sistemi güçlendirmeye devam edecektir.Kuşkusuz BDDK’nın bu işlevini yerine getirme kabiliyeti, Kurumda çalışan personelin yetkinliği ile doğrudan alakalıdır. Kurumumuzun insan kaynakları politikasının odağında, kuruma, üniversitelerin en iyi mezunlarını kazandırmak ve kurum personelini sürekli eğiterek, bireysel ve mesleki yeterliliklerini artırmak yer almaktadır. Kurumun dünyadaki gelişmeleri yakından ve yerinden izleyecek imkanlara kavuşması da son derece önem verdiğimiz hususlardan biridir. Daha iyi yönetişim ve daha iyi bir denetleme ve düzenleme sistemi oluşturulması, temel hedeflerimiz arasındadır.
BDDK, bankac
ılık sektörünün bütün aktörleriyle yakın ilişkisini geliştirecek, ülke ekonomisi açısından son derece önemli olan bu sektörün daha etkin ve daha verimli işlemesi için çalışmalarını sürdürecektir. Türk ekonomisi ve sektörün geleceğine ilişkin güvenimizi korurken, ulaştığımız bu pozitif konumun daha da ileriye taşınmasına bütün enstrümanlarımızla katkı vermeye devam edeceğiz.Değerli basın mensupları,Finansal sisteme ve bankacılık sektörüne ilişkin görüşlerimi bu şekilde ifade ettikten sonra şimdi de sektörümüze dair verilere kısa kısa değinmek istiyorum.2011 yılını %8,5 büyüme oranı ile kapatan ülkemiz, enflasyonu kontrol altında tutma yönünde de kararlı politikalarından taviz vermemiştir. 2012 yılının ilk yarısındaki %3,1’lik büyüme oranı ve takip eden döneme ilişkin öncü göstergelerin gelişimi de büyümenin devam edeceğini ortaya koymaktadır.Konuşmamın bu bölümünü slaytlar üzerinden yapmak istiyorum: Ekonomik döngünün itici gücü olan bankac
ılık sektörü milli gelirdeki büyümeye paralel olarak son bir yıllık dönemde %7,8 oranında büyüyerek Eylül 2012 itibarıyla 1 trilyon 309 milyar TL büyüklüğe ulaşmıştır. Halen ülkemizde finansal sektörün çok büyük bir kısmını bankacılık sektörü oluşturmaktadır. Bildiğiniz üzere, bankalar ile birlikte Finansal Kiralama, Faktoring, Finansman Şirketleri ile Varlık Yönetim Şirketleri de Kurumumuzun denetimi kapsamında bulunmaktadır. Banka dışı kuruluşların da yaklaşık 48 milyar TL toplam aktife sahip olduğu dikkate alındığında, Kurumumuzun denetimi kapsamında bulunan kuruluşların toplam büyüklüğünün 1 trilyon 356 milyar TL seviyesine ulaştığını görüyoruz.Değerli basın mensupları,Türk Bankacılık Sektöründe Eylül 2012 itibarıyla 48 olan banka sayısı, Ekim ayı içerisinde faaliyete başlayan Odea Bank’ın da eklenmesiyle 49’a yükselmiştir. 31 finansal kiralama şirketi, 78 faktoring şirketi, 13 finansman şirketi ve 8 varlık yönetim şirketi olmak üzere toplam 130 adet banka dışı mali kuruluşla birlikte Kurumumuzun denetimi altında 179 adet kuruluş bulunmaktadır. Ayrıca 3 finansal holding şirketi, 45 temsilcilik, 83 değerleme kuruluşu ve 3 derecelendirme şirketini de hesaba kattığımızda Kurumun doğrudan veya dolaylı sorumlu olduğu kuruluş sayısı 313’e ulaşmaktadır.Belirtmek isterim ki, Türk Bankacılık Sektörü, yurtdışında da önemli bir varlığa ulaşmış durumdadır. Eylül 2012 itibarıyla bankalarımız yurtdışında 31 farklı ülkede; iştirak, şube ve temsilcilik şeklinde; toplam 143 organizasyon ile faaliyet göstermektedir. Bankalarımızın uluslararası mevzuata uyumu, teknolojik altyapısı, uluslararası piyasalar ile entegrasyonunun yüksek oluşunun yanı sıra; kriz döneminde mali yapılarında bir bozulma veya değer erozyonuna uğramamış olmaları, Türkiye’nin çevre ülkelerle olan tarihsel ve kültürel bağı, yakın coğrafyadaki ülkelerde görece geri kalmış bankacılık sistemi ve potansiyeli dikkate alındığında, Türk bankalarının uluslararası düzeyde daha fazla söz sahibi olma imkanı olduğu görülebilmektedir.Değerli basın mensupları,Bu noktada, Türk Bankacılık Sektörü’nün 2001 yılından bu yana kat ettiği mesafeyi kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum;Sektörün toplam aktifleri, 2001 yılından bu yana yıllık ortalama %20,7 oranında büyüyerek, 1 trilyon 309 milyar TL büyüklüğe ulaşmıştır. Sektörün toplam kredileri ise %32,1 artışla 755,6 milyar TL seviyesine yükselirken, bu artış bireysel kredilerde %44,2 ile daha da çarpıcıdır. Takipteki alacaklar aynı dönemde yalnızca ortalama %5,6 artışla 23 milyar TL olmuştur. Bu dönemde menkul değerler artış oranı kredilerin oldukça gerisinde kalmıştır. Mevduatında yıllık ortalama %19,3 artış gözlenen sektörün yurtdışı borçları Dolar bazında %40,5 artış gösterirken; pasif tarafta önemli bir artış, alternatif bir fon kaynağı olarak %33,6 ile ihraç edilen menkul değerlerde yaşanmıştır.Sektörün özkaynaklarının da bu dönemde aktif büyüme hızından daha yüksek olduğunu görüyoruz. Sektöre ilişkin bazı seçilmiş göstergelere bakacak olursak;Yüksek bir aktif kalitesine sahip olan sektörde, kredilerin takibe dönüşüm oranı Eylül 2012 itibarıyla %2,9 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu oran güncel verilere göre %3 seviyesindedir. 2001 yılında ise %25,2 gibi çok yüksek bir düzeyde olduğunu görüyoruz.
Temmuz 2012 itibar
ıyla Basel II düzenlemeleri yürürlüğe girmiş olmasına karşın, sektörün sermaye yeterliliği rasyosu bir yıl öncesine kıyasla 0,1 puan artarak %16,5’e yükselmiştir. Görüldüğü üzere, sektörde kar dağıtımlarının sınırlandırılması, %12’lik hedef rasyo uygulaması gibi tedbirler neticesinde bankacılık sektörü güçlü sermaye yapısını korumayı başarmıştır. Öyle ki, kriz döneminde hiçbir bankamız sermaye yeterliliği noktasında sorunla karşılaşmazken, sektörün SYR’si halen Basel II’ye geçişten önceki seviyesini korumaktadır.Mevduatın krediye dönüşüm oranı, kredilerin mevduata göre görece hızlı artması neticesinde Eylül 2012 itibarıyla %105,6’ya yükselmiştir. Oranın 2001 dönemindeki %34,4 seviyesinden geldiği noktalar, bankacılık sektörünün aracılık fonksiyonunun ne derece önemli bir yol kat ettiğini göstermektedir. 2001 döneminde sektörün zarar etmesi dolayısıyla negatif olan özkaynak karlılığı önceki yılın aynı dönemine göre 0,3 puan artarak %15,7’ye yükselirken; aktif karlılığı önceki yıldaki düzeyini korumuş ve %1,8 seviyesinde gerçekleşmiştir.Ayrıca, milli gelire paralel olarak büyümeye devam eden bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla’ya oranı Aralık 2002 döneminde %60,7 iken; bugün %93’e yükselmiştir. Söz konusu oranın seviyesi, gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türk Bankacılık sektörünün büyüme potansiyelini ortaya koymaktadır. Kredilerin 2001 yılında yalnızca %15,8 olan Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla’ya oranı, 2012 yılına gelindiğinde %50’nin üzerine yükselmiştir. Sektörün toplam aktiflerinin dağılımına baktığımızda, bankacılık sektörünün aracılık fonksiyonunun diğer bir göstergesi olarak kredilerin toplam aktifler içindeki payının da 2002 yılında %23 düzeyinde iken, Eylül 2012 dönemine gelindiğinde %57,7’ye kadar yükseldiğini; diğer taraftan, menkul değerlerin payının sürekli azalarak %21,2’ye gerilediğini görüyoruz.Değerli basın mensupları, Konuşmamın bu kısmında, bankaların toplam aktifleri içindeki %57,7’lik payı ile en önemli plasman kalemi olan krediler ile ilgili bazı bilgiler aktarmak istiyorum.Eylül 2012 itibar
ıyla 755,6 milyar TL’ye ulaşan kredilerin, %43,7’si kurumsal/ticari kredilerden, %33,5’i bireysel kredilerden ve %22,8’i KOBİ kredilerinden oluşmaktadır. Bireysel krediler içinde ise en büyük pay %38 ile ihtiyaç ve diğer tüketici kredilerine ait olup, onu %32 ile konut kredileri ve %27 ile kredi kartı alacakları izlemektedir.Geçtiğimiz yıl ulaştığı yüksek seviyeler nedeniyle odak noktası haline gelen kredilerin artış hızı, alınan bir dizi önlem neticesinde makul düzeylere inmiş bulunmaktadır. Sektörün kredileri önceki yıla göre nominal olarak %14,3 artarken, enflasyondan arındırılmış yıllık reel artış %9,8 düzeyinde gerçekleşmiştir. Kredilerdeki artış oranına, kur ve parite etkisinden arındırarak baktığımızda, Kasım 2012 itibarıyla yıllık artış oranının %16,1 olarak hesaplandığını görüyoruz. Türleri itibarıyla kredilerin artış oranlarına bakıldığında, şirketler kesimine kullandırılan kredilerde artış %15,5 iken, bireysel kredilerde %17,1’dir. Dolayısıyla, kredilerdeki artışın geçtiğimiz yıla göre yavaşladığı ve ekonominin büyüdüğü bir ortamda makul oranlara gerilediği söylenebilir.Değerli basın mensupları,Küresel krizin etkisiyle, Ekim 2009’da %5,4’e kadar yükselen ve sonrasında sürekli düşüş trendinde olan kredilerin takibe dönüşüm oranı 2011 yılının son çeyreğinde %2,7’ye gerilemiş ve yatay bir seyir izlemeye başlamıştır. Kredilerin takibe dönüşüm oranı, özellikle 2012 yılının üçüncü çeyreğinde yaşanan artışlar neticesinde Eylül 2012 itibarıyla %2,9 olarak gerçekleşmiştir. Son bir yıllık dönemde kurumsal/ticari kredilerin takibe dönüşüm oranı 0,4 puan, KOBİ kredilerininki 0,3 puan yükselirken; bireysel kredilerin takibe dönüşüm oranı ise değişmemiştir.Eylül 2012 itibarıyla en yüksek takibe dönüşüm oranı %3,4 ile KOBİ kredilerine ait iken, kurumsal/ticari kredilerin takibe dönüşüm oranı %2,6, bireysel kredilerin takibe dönüşüm oranı ise %3,1 düzeyindedir. Son bir yıllık dönemde dikkat çekici bir düşüş gözlenmekle birlikte, kredi kartları tüm kredi türleri içinde en yüksek takibe dönüşüm oranına sahip olma özelliğini korumaktadır.Güncel verilere göre takibe dönüşüm oranı yılsonu ile karşılaştırıldığında kredi kartı alacaklarında %5,8’den %5,5’e, konut kredilerinde binde 9’dan binde 8’e gerilerken; taşıt kredilerinde %3,3 seviyesinde kalmış, ihtiyaç ve diğer tüketici kredilerinde ise %2,6’dan %3,2’ye yükselmiştir.De
ğerli basın mensupları,Hiçbir ülke ekonomisi döngüsel hareketlere karşı bağışıklığa sahip değildir. Bu durum ülkemiz için de söz konusudur. Önemli olan ekonomik göstergelerdeki bozulmalara karşı hazırlıklı olmak ve yığınak yapmaktır. Bu nedenle biz BDDK olarak ekonomik göstergelerin olumlu olduğu dönemlerde bankacılık sektöründe rezerv oluşturulmasını önemsiyoruz. Nitekim 2011 y
ılında aldığımız genel nitelikli ihtiyaç kredilerinde genel karşılık oranları ve uzun vadede risk ağırlıklarını artıran kararlarımız da buna hizmet etmiştir. Bugün rakamlar söz konusu yaklaşımımızın önemini teyit etmektedir. Ben özellikle kredi kartlarını ve ihtiyaç kredilerini çok yakından izlediğimizi ve bu alanda rasyonellikten uzak uygulamalara izin vermeyeceğimizi ifade etmek isterim.Değerli basın mensupları,Bildiğiniz üzere, kredi kartlarına ilişkin olarak 17 Aralık 2010 tarihinde bir Yönetmelik değişikliği yapılarak, bir takvim yılı içerisinde en fazla 3 defa, dönem borcunun %50’sine kadar ödeme yapılan kredi kartlarının limitlerinin, dönem borcunun tamamı ödenene kadar artırılamayacağı ve bu tür kartların nakit kullanımına kapatılacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca aynı değişiklikle, kredi kartları için asgari ödeme oranları kredi kartına tanınmış olan limite bağlı olarak asgari %25, azami %40 olacak şekilde farklılaştırılmıştır. Söz konusu değişiklikler, yürürlüğe girmesini müteakip, etkilerini göstermeye başlamıştır. Bu dönemden sonra sektörde kredilendirme oranı belirgin bir biçimde gerilemeye başlamış ve Eylül 2012 itibarıyla %20,9 seviyesinde gerçekleşmiştir.Bankacılık sektörünün, kredilerden sonra en önemli plasman kalemi olan menkul değerlerin son bir yıllık dönemde hem nominal, hem de toplam aktifler içindeki pay olarak azaldığını görüyoruz. Önceki yılın aynı dönemine göre %3,6 oranında azalan menkul değerler Eylül 2012 itibarıyla 277,9 milyar TL seviyesindedir. Bankaların portföyünde bulunan menkul değerlerin %97,2’si kamu borçlanma senetlerinden oluşurken; yabancı ülke devlet tahvillerine yapılan yatırımın payı yalnızca binde 1 seviyesindedir. Görüldüğü üzere, bankalarımızın son dönemde sıkıntılı durumda olan ülkeler de dahil olmak üzere yabancı ülkelere yapılan plasmanları yok denecek kadar azdır. Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, kamu brüt borç stoku Eylül 2012 itibarıyla 530,5 milyar TL seviyesindedir. Bankaların menkul değerler portföyünün azalış gösterdiğinden bahsetmiştik, ancak, görüyoruz ki halen kamu borç stokunun %50,9’u bankalarca finanse edilmektedir. De
ğerli basın mensupları, Bankaların pasif yapısına baktığımızda ise, mevduatın pasif içindeki %56,4 payı ile en önemli fon kaynağı olma özelliğini koruduğunu görüyoruz. Bankacılık sektöründe toplam mevduat son bir yılda %7,9 artarak 738 milyar TL’ye ulaşmıştır. Kur ve parite etkisinden arındırılmış olarak kredilerin ve mevduatın yıllık artış hızlarına baktığımızda, mevduat tarafında büyümenin uzun süredir kredilerin altında kaldığı göze çarpıyor. (En son 2 Kasım itibarıyla toplam mevduatta kur ve parite etkisinden arındırılmış yıllık artış oranı % 10’dur) Ülke olarak tasarruf eğiliminin, tarihin en düşük düzeyine gerilediğini görüyoruz maalesef. Bir bakıma kazanmadan harcar duruma geldik. Bu eğilimin artması, krizlerde Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi bizi de zor durumda bırakabilir. Yakın geçmişte yaşanmış böyle bir örnek varken, bizim de aynı yöne doğru tedbir almadan gitmemiz uygun olmaz. Bu nedenle tasarrufları özendirmemiz gerekiyor. Biz bankalarımızın sağlığını koruyarak, finansal sisteme güvenin sürdürülmesi noktasında konuya yönelik katkımızı veriyoruz.Bankalarımız aktif büyümesinin finanse edilmesi çerçevesinde uluslararası piyasalardan da fon elde etmektedirler. Bankalarımız, yurtdışı kaynaklardan uygun şartlarla fon sağlarken, görüyoruz ki bunları başarılı bir biçimde döndürebilmektedirler. Değerli basın mensupları, Bankacılık sektörü, süregelen ihtiyatlı yaklaşımlar ve %12’lik “hedef rasyo” uygulamasının etkisi ile asgari yasal rasyonun oldukça üzerinde bir sermaye yeterliliği rasyosuna sahiptir. Temmuz 2012 itibarıyla Basel II düzenlemeleri yürürlüğe girmiş olmasına karşın, SYR halen %16,5 gibi oldukça yüksek bir seviyede bulunmaktadır. Ayrıca, özkaynakların %90’dan fazlasının ana sermayeden (Tier 1 capital) oluşması, sektörün yüksek kalitede bir özkaynak yapısına sahip olduğunu göstermektedir.Bunun yanında, BDDK olarak Basel-III kurallarının uygulanmasına yönelik hazırlıklarımızı bir yandan sürdürmekteyiz. Bankalarımızın halihazırda sahip olduğu yüksek sermaye yeterliliği oranı ve 2006 yılından bu yana uygulamakta olduğumuz likidite yeterliliği düzenlemesine uyumları, sektörde Basel III’e geçiş konusunda son derece iyimser olmamızı sağlamaktadır. Güçlü özkaynak yapısı ile istikrarlı büyümesini sürdüren bankacılık sektörü, aynı zamanda olumlu bir karlılık performansı da sergilemektedir. Sektörün dönem net karı önceki yılın aynı dönemine göre %16,6 artarak Eylül 2012 itibarıyla 17,1 milyar TL seviyesinde gerçekleşmiştir. Esasen sektör karının artışında, faiz dışı gelir-gider dengesindeki gerilemeye karşın, yükselen net faiz marjı belirleyici olmuştur.Bu noktada, özellikle son dönemde bazı makul olmayan uygulamalar nedeniyle gündeme gelen bankaların ücret, komisyon ve bankacılık hizmet gelirleri üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle, yıllar itibarıyla baktığımızda, ücret, komisyon ve bankacılık hizmet gelirlerinin toplam gelirler içindeki payında kayda değer bir artış gözlenmemektedir. Önceki yıl %14,6 olan bu oran Eylül 2012 itibarıyla %13,2 düzeyindedir. Ayrıca belirtmek isterim ki, bankalar ücret ve komisyon gelirleri gibi faiz dışı gelir kalemlerine sahipken, kendileri de işletme gideri şeklinde özetleyebileceğimiz personel, amortisman gibi faiz dışı masraflara/giderlere katlanmaktadırlar. Bankaların ücret, komisyon ve bankacılık hizmet gelirleri ile işletme giderlerinin ne kadarını karşılayabildiğine baktığımızda, bu oranın son yıllarda önemli bir değişim göstermediğini ve %60-65 civarında seyrettiğini görüyoruz. Ancak, biz Kurum olarak gerçekten tüketiciyi mağdur eden uygulamalara karşı da, finansal tüketicinin korunması gerektiğini düşünüyor ve çalışmalarımızı bu perspektifle sürdürüyoruz. Bu çerçevede, halen bankalarca uygulanan her türlü hizmetin ücreti, Kurumumuz internet sayfasında yayımlanmaktadır ve tüketiciler ödeyecekleri masraf, ücret gibi tutarları karşılaştırma imkanına sahiptirler. Biz Kurum olarak, söz konusu uygulamanın bankalarca yapılan fiyatlamaların rekabet koşulları dahilinde makul düzeylerde oluşmasına hizmet ettiğini düşünüyor ve umuyoruz. Ayrıca, Kurum olarak Tüketiciyi Koruma Kanunu Taslağı ile ilgili olarak da azami katkıyı sağladığımızı belirtmek isterim. Değerli basın mensuplarıBankacılık sektörüne ilişkin öngörülerimize gelince; biz sektörün 2012 yılını %15 civarında bir kar artışı ile kapatacağını, 2013 yılında da sektör karının istikrarlı artış trendini sürdüreceğini ve kredilerin artış hızının %14-16 bandında olacağını öngörüyoruz. Kurum olarak, makro ekonomik göstergeleri ve hedefleri baz alarak, oluşturulan öngörülerimiz ile olumsuz senaryolar altında bankacılık sektörüne ilişkin stres testleri uyguluyor ve stratejilerimizi bu sonuçlara göre şekillendiriyoruz. Dolay
ısıyla, sektöre ilişkin attığımız adımlarda, daima olumlu ve olumsuz, her türlü olasılığı hesaba katarak hareket ettiğimizi belirtmek isterim.Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.
yilmazparlar@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder