İstanbul Modern
Fotoğraf Galerisi’nde 18 sanatçıdan kişiselin sıra dışı bir kaydı
“Yakın
Menzil”
İstanbul
Modern Fotoğraf Galerisi, 9 Mayıs- 27
Ekim 2013 tarihleri arasında Türkiye’de güncel fotoğrafa odaklanan Yakın
Menzil sergisine ev sahipliği yapıyor. STFA’nın sponsorluğunu üstlendiği sergi, kişisel bir belgeleme
fikrinin etrafında, Merih Akoğul, Orhan
Cem Çetin, Murat Germen ve Sıtkı Kösemen’den oluşan İstanbul Modern Fotoğraf
Danışma Kurulu tarafından seçilen 18 sanatçının çalışmalarını bir araya
getiriyor. Basılı fotoğrafla sınırlı kalmaksızın, video ve enstalasyon gibi
farklı sunumlar barındıran sergide, tekil çalışmalar bir yerleştirmeye
dönüşerek, kendi bütünlüğü içerisinde yeni anlamlar kazanıyor.
Yakın Menzil sergisi
kişisel ve olağanın sıra dışı bir kaydı. Sanatçının, fotoğraf çekmek için
uzakları keşfetmek yerine kendi yaşantısına ve temas ettiği durumlara
odaklandığı bir sergi. Sergide, Özgür
Atlagan, Fatma Belkıs, Dilan Bozyel, Yusuf Darıyerli, Cemil Batur Gökçeer, Ege
Kanar, Korhan Karaoysal, Metehan Özcan, Civan Özkanoğlu, Emir Özşahin, Muhitin
Eren Sulamacı, Özlem Şimşek, Sinan Tuncay, Gözde Türkkan, Devin Yalkın, Begüm
Yamanlar, Sarp Kerem Yavuz ve Cemre Yeşil’in
çalışmaları yer alıyor.
Belgesel
fotoğrafın tarafsız olma iddiasından ve kurgulanmış sahnelerden uzak, bireysel
anlatının izini süren çalışmalarda, sanatçının yaşamı, yakın çevresi, anıları,
özenle tutulan bir günlük gibi fotoğrafla şekil buluyor. İmajlar farklı
yorumlara kapı aralayarak, anlamını dayatan otoriter bir sesi değil,
taşıdıkları belirsizliğin gücünü kullanıyor. Gündelik hayatın detayları
arasında sıradan olanın cazibesi beliriyor, tanıdık gelen bu görüntüler
başkalarının hikayelerinde yeniden biçimleniyor.
İlk kez İstanbul Modern’de sergilenen
bu çalışmalar fotoğrafın farklı sunum ve temsil biçimlerini bir araya
getiriyor. Bireysel dışavurumun, öznel gerçekliğin öne çıktığı bu alanda,
fotoğrafın teknik niteliği geri planda kalırken, amatör bir dille izleyici ve
sanatçı arasındaki mesafe de kapanmaya başlıyor. Analog yapılan çekimlerin yanı
sıra cep telefonuyla üretilen fotoğraflar, buluntu imajlardan yapılan
taramalar, zarar görmüş arşivler, fotoğraf tabanlı videolar ve interaktif
görüntülerle fotoğraf dolaylı bir aktarım aracına dönüşüyor. Sergide tekil fotoğraflar
video, enstalasyon veya baskı biçiminde bir yerleştirmeye dönüşerek, kendi
bütünlüğü içinde anlam kazanıyor.
Yakın Menzil sergisinin
basın toplantısında, İstanbul Modern Fotoğraf Bölümü Yöneticisi Sena Çakırkaya, sanatçıların kişisel
deneyimlerinin aslında toplumsal izler taşıdığını, her bir sanatçının dünyasına
adım attığımızda kendi hayatlarımızdan farklı anların yansımalarını
görebileceğimizi belirtti. “Kimi zaman sıradan detayların ve
anlık kesitlerin kişisel anlatılara dönüştüğü, hem yeni hem de tanıdık gelen bu
imgeler karşısında izleyici, hayatın akışında gözden kaçırdıklarının farkına
varabileceği gibi, sanatçının mahreminin kıyısında durup kaçamak bir bakış
atıyormuş hissine de kapılabilir. Sanatçıların kişisel bakışı sadece mahremi
değil, politik ve toplumsal kaygıları da barındırıyor elbette. Yansıtılan duygu
hallerinin arka planında şehir yaşamı, kamusal alan, aile ilişkileri, normlar
veya toplumsal aidiyet gibi konuların izleri var. Kişisel deneyimler toplumsal
bellek içinde yerini bularak politikleşiyor, farklı yaşamlarda ortak
deneyimlerin izi sürülüyor.”
STFA İcra Başkanı Mehmet Ali
Neyzi,"STFA olarak bu yıl 75. kuruluş yılımızı kutluyoruz. Kurucularımız
Sezai Türkeş ve Feyzi Akkaya, inşaatın içindeki sanatı bulup çıkarmış ve
gelecek nesillere aktarmak üzere belgeleyerek bizlere emanet ettiler. Bizler de
bu emanetleri geçtiğimiz yılın sonunda İstanbul Modern’de gerçekleşen 'KM. 441
– İlkler' sergisinde tüm sanatseverler ile paylaştık. Sanatın hayatın içinde
olduğu inancımızla, sanatla olan bağımızı, şimdi de 'Yakın Menzil Fotoğraf
Sergisi'ne olan desteğimizle devam ettiriyoruz" dedi.
Sanatçılar
Özgür
Atlagan’ın Toplu
Konut İdaresi’nin 2011 Konut Kurultayı için hazırladığı ‘500 Bin Konut'
başlıklı katalogdan yola çıkan 500k başlıklı
fotoğraf dizisi, aynı zamanda popüler siyasi söylemin görsel ve metinsel dilini
oluşturan unsurları derleyen bir lügat niteliğinde. Sergide elektronik tartının
üzerinde yer alan TOKİ kataloğu ve sunuş yazılarında kullanılan kelimelerden
derlenen bir şiir fotoğraflara eşlik ediyor.
Fatma Belkıs, Doug Richmond’ın
1985’te yazdığı, bir kişinin kimlik bilgilerini, resmi kayıtlarını nasıl
sileceğini ve yeni bir kimlikle hayatına devam edebileceğini anlatan How to Disappear Completely and Never be
Found (Kaybolmanın ve Bir Daha Bulanmamanın Yolları) isimli kılavuz kitabından
25 yıl sonra bir kişinin neden kimliğini, onu kendisi yapan etiketleri terk
edip yeni bir insan olarak hayata devam etmeyi isteyebileceğinin nedenleri
üzerine düşündü. Bu fikirden yola çıkan büyük bir grup genç insanın birden bire
ortadan kaybolması ihtimali üzerine kurulmuş spekülatif hikayesi Gidenler’de, kahramanlarının
portrelerinden oluşan, fotoğraf albümü şeklinde bir kitap tasarladı.
Dilan
Bozyel’in öznel
belgeleme niteliği taşıyan ve izleyicilere bireysel yaşam sürecindeki karar
aşamalarını yansıtan fotoğraf serisinin ismi, etkisini atlatmaya çalıştığı
sendromdan ve karar verme sürecindeki akıl karışıklığından doğuyor: 'Karışık
Aklım ve Dunning-Kruger Sendromum' adlı
çalışma Hayatında karar vermekte zorlandığı durumları polaroidlerle yan yana
getirerek yaşadığı ikilemlerin kısa bir listesini oluşturuyor.
Yusuf
Darıyerli çocukluğunun
en heyecan verici anılarını oluşturan panayırların izini sürerek tükenmekte
olan bir kültürün son demlerini tüm canlılığıyla ortaya çıkartıyor. Bugünkü
şehir yaşamında panayırlar sessizliğe bürünürken, çocuklara böylesine doğal bir
eğlence ortamı sunan bir gelenek de git gide yok oluyor.
Cemil Batur Gökçeer, mağaranın milyonlarca yılda oluşmuş
dokusu yapay ışıklandırmalarla turistik bir alana dönüşürken, barındırdığı
kişisel alan sanatçının ruh halini de kapsıyor. Üzerine su damlatarak
geliştirdiği negatiflerde bir mağaranın dokusunu taklit edip fotoğraf yüzeyini
tahrip ederken, kendi hikayesini de yüzeyde canlandırıyor.
Ege
Kanar’ın ismini, otobiyografik imajları ile
tanınan Çek sanatçı Bohdan Holomicek’e ait bir fotoğraf altı yazısından alan Nerede Biliyorum Ne Zaman Bilmiyorum başlıklı
çalışması ulaşabilirlik, hareketlilik, gibi güncel kavramları barındıran cep
telefonuyla üretilmiş siyah-beyaz görüntülerle gündelik hayata dair
otobiyografik bir anlatı oluşturuyor.
Korhan
Karaoysal, düzenli
bir işi olmayan bir sanatçı olarak bir
ay boyunca her sabah eşinin ofisteki mesaisine gitmeden önce fotoğraflarını çekti
ve böylece duyduğu sıkıntıyı performatif bir sürece dönüştürdü. Gündelik
ritüeller, iş hayatında uyulması gereken kurallar bir aylık bir takvim yaprağı
biçiminde arka arkaya gelerek sıradan hayatın bir kesitini sunuyor.
Metehan
Özcan’ın Üç
Şehir adlı çalışmasının çıkış noktası,
farklı dönemlerde yaşadığı ve halen iletişimde olduğu, ziyaret ettiği
kentlere ait hafıza katmanları.
Civan Özkanoğlu, bir birey için kişisel ve bir o kadar da mahrem
olan anılar, yerler ve kişilerin—paradoksal olarak— en yabancı kişiler için bile şaşırtıcı bir biçimde
tanıdık olduğu fikriyle bir araya getirdiği fotoğraflarda sanatçının
anılarından izler taşıyan fotoğraflar izleyicilerin hafızasında farklı kapılar
açıyor.
Emir
Özşahin, aldığı
fotoğraf eğitiminin ardından iki yıla yakın bir zamandır yaşadığı şehirden uzak
evi ve çalıştığı fabrika arasında, fotoğraftan uzak, çoğunlukla yalnız bir
hayat sürüyor İlk bakışta birbirlerinden çok farklı olduğunu düşündüğü iş ve
yaşam alanlarının fotoğraflarında, monotonlaşan düzeninin üzerinde yarattığı
ruh halini görselleştiriyor. Son dönemde hayatını oluşturan görselleri bu
projede paylaşıyor.
Muhitin
Eren Sulamacı,
birbirinden bağımsız anlatılara sahip olan fakat bir araya geldiklerinde,
deneyim, tecrübe, hata, kayıp, keşif, kabullenme, yalnızlık, gibi anahtar
kelimelere ulaşan, dairesel bir anlatıma sahip bir fotoğraf serisi oluşturdu.
Yerleştirmede, izleyicinin hareketiyle perspektif değiştiren interaktif bir
çalışma ve zarar görmüş bir sabit diskten çıkarılmış eski bir aile fotoğrafı,
sergide yer alan doğal nesnelerden soyutlamalara eşlik ediyor.
Özlem
Şimşek, çok uzun
zamandır hayatı birlikte yaşadığı arkadaş çevresinden, farklı mesleklere ve
farklı özel hayatlara sahip, 30 yaşında beş kadının fotoğraflarından bir mini
dizi oluşturdu.
Sinan
Tuncay, 1990’lı
yıllarda televizyonun gündüz kuşağında tekrar tekrar yayınlanan 1965-75 yılların
Yeşilçam melodramlarıyla büyümüş bir çocuk olarak, Annem Evde Yok başlıklı on videodan oluşan bir enstalasyonu
yarattı. Sanatçı, küçük bir çocuğun tek başına izlediği Yeşilçam filmlerindeki
eve konumlandırılmış kadın tipleri üzerinden kendi anne figürünü melodramatik
bir ev yaşantısına hapsetme çabasını anlatıyor.
Gözde
Türkkan, “benzerlikler
ağının içinde birbirimize tuhaf ve hoş yabancılarız” diye anlattığı aile
fotoğraflarında, yıllar içindeki büyüme, birlik, birleşme ve yeniden bir araya
gelmelerin izlerini yansıtıyor. Bu seri 2000’den başlayıp, ağırlıklı olarak
2007’den beri Gözde Türkkan’ın ayrı şehirde yaşayan babası, kız kardeşi ve onun
annesiyle bir araya geldikçe kaydetmeye devam ettiği görüntülerden oluşuyor.
Karton bir kutu içinde sergilenen sınırlı sayıdaki bu fotoğraflardan sergi ziyaretçileri
birer adet alabiliyor.
Devin Yalkın’ın insanın bir rüyadan
uyandığı zaman zihninde asılı kalan imgeler olarak nitelendirdiği fotoğrafları,
sanatçının New York’taki hayatından bilinçaltına uzanan kareler sunuyor. Her
bir fotoğraf karesi sanatçının yaşantısındaki bir sırra davet ediyor.
Begüm
Yamanlar’ın
fotoğrafları, şehir içinde rahatsızlığını duyduğu kalabalığın, hızın ve
karmaşanın varlığına denge oluşturacak, içsel deneyimlere, iç dünyaya
yoğunlaşmaya zaman ve alan sağlayabilecek sakin, metruk ve ‘boş’ mekanların
tasvirlerinden oluşuyor. Sanatçının ışıklı kutu formunda gösterilen
fotoğraflarına, üst üste binen şehir görüntülerinden oluşan bir video ve nefes
alıp veren bir ağacın hareketli görüntüsü eşlik ediyor.
Sarp
Kerem Yavuz, büyürken
çoğu zaman meşgul olduğundan nadiren görebildiği ve bu nedenle de kendisini yokluğunun
varlığından daha çok şekillendirdiği bir figür olarak görüyor babasını. Babamın
Yerine Koyduklarım’ın çıkış noktası, hayatındaki erkeklerin babalarıyla
olan ilişkilerini sorup, kendisinin hiç bir zaman sahip olamadığını düşündüğü,
anıları anlatırken yüzlerinde belirecek tebessümü veya hüznü yakalama
arzusu. Son üç yıldır sohbet ettiği
erkekler ise, beklentilerinin tersine babalarının erişilmezliğini ve kendi
“adam olma” kaygılarını anlatıyorlar.
Cemre
Yeşil, doğduğu,
hayatı boyunca yaşadığı şehirden 3058 km uzakta, iki kişilik bir yalnızlığın
içinden kendine ve etrafına bakıyor, kaydettikçe gelen deneyimin peşinden
giderek bir öz portre ortaya çıkarıyor.
yilmazparlar@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder